Efsanelerimiz

Efsane Nedir?

   Yıllarca gerçekten olmuş gibi kuşaktan kuşağa aktarılan öykülere efsane denir . Efsanede anlatılan olaylar bazen hayali olabilir . Ama efsaneler çoğunlukla gerçek olaylara ve gerçekten yaşamış kişilere dayanır.

1. Köprü Üstünde Nutuk Efsaneleri

   Çayın feyezanına göre her defasında bir miktar daha uzatılması icap eden köprü; iki başındaki medhâlleriyle beraber hemen hemen 1500 metrelik bir boya malik olduğu sırada yapılan muazzam açılış töreninde Sultan Murat, eserini büyük bir gurur ve iftiharla şöyle bir seyir ve temaşa ettikten sonra Menzil ovasında hazır bulunanlara karşı, köprü üstündeki alay köşkünden bizzat gayet heyecanlı güzel bir nutuk irad etmiş. ; Bu veciz nutkun sonunda başını, dik ve alaylı bir tarzda uzaklardan uyuyormuş gibi sessizce akan çapkın suya döndürerek (Er-gene, Er-gene!) diye birkaç defa haykırmaktan kendini alamamış.

   Er, kelimesini gel, yetiş, ulaş; gene, kelimesini de yine, tekrar, bir daha gibi manalarda kullanan büyük padişah, bu haliyle ilim, fen ve sanatın yardımıyla ve muntazam, ısrarlı bir çalışma sayesinde tabiata karşıda galebe çalınabileceğini daha o zamanlar ispat etmek istemiş. Ayni zamanda senin tahribatını önlesin diye bu kadar uzun ve metin olarak yaptırdığım köprüyü yine yıkta göreyim. Yine köprümü azgın sularının içine alarak kuşatarak bizleri karşıya geçmekten men ette göreyim. Artık bu türlü yaramazlıkları yapamayacaksın. Geçti o günler gibi bir mana ve eda ile de tabii hadiselere geriliklere ve miskinliklere meydan okumuş. (İsmail Hakkı Balkas-1958)

2. Hisarlık Tepesi

   Şehrimiz Kırkavak köyü istikametindeki tepe eteklerinde otlar ve topraklarla örtülü üç gizli kapının bulunduğu, birinden yeraltı yoluyla kimseye görünmeden Dimetoka’ya kadar gidildiği, birinden tepe içindeki özel mezarlığa inildiği, birinden de hazine odasına veya erzak deposuna geçildiği rivayettir. Hatta bu kapılardan herhangi bir yabancı girmeğe teşebbüs ettiği takdirde daha ilk adımını atar atmaz bacaklarını, başını sokar sokmaz kafasını, ellerini uzatır uzatmaz da kollarını kesip biçebilecek veya o şahsı bütünüyle derhal uçurup yok edebilecek otomatik tertibatın (bir ölüm çarkının) mevcut olduğunu ve bu sebepten de o tarafta kazı yapmanın tehlikeli bir iş olacağını bazı kimseler efsane kabilinden söylemektedirler. (İsmail Hakkı Balkas-1958)

3. Dallık

   Uzunköprü için resmi ve dini bayramlar kadar önem taşıyan bir gündür. Genel olarak her yıl Mayıs ayının son Pazar günleri yerel yönetimlerin koordinatörlüğünde Bülbül Deresi koruluğunda düzenlenir. Bir gün önceden, en güzel yemekler yapılarak o günün ilk saatlerinden itibaren güneş doğmadan gece karanlığında At arabası, öküz arabası, traktör, otomobil v.s. kullanarak koruluğa gider.

   Korulukta piknik tarzında çeşitli etkinlikler düzenlenir. Pişirilen yemekler yenir. Şarkılar, türküler söylenerek salıncaklar kurulur ve halk bütünlük içinde mutlu bir gün geçirir.

   “Dallık” pikniğine katılım efsanesi ise eskiden Dallık pikniğine üç yıl üst üste katılmayan evli çiftlerin nikahlarının bozulacağına inanılırdı. ( Beldeler Dergisi 1981)

4. Ana Bacı

   Şehrin kurulmasından sonra Anadolu’nun muhtelif yerlerinden getirilen halkın arasında dul bir kadın ile kız kardeşi vardı. İsimleri bilinmeyen ve Ana-Bacı olarak tanınan bu iki hayır sever insan, o devirde hastaları birkisel yöntemlerle tedavi etmekteydi.

   İkinci Murat, gerek şehrin kurulumu gerekse köprü inşaatı sırasında hastalanan usta ve işçilerin tedavisinde önemli rol oynayan Ana-Bacı’nın yerleştikleri Kırkkavak köyünden Uzunköprü’ye getirilmelerini buyurdu.

   Ana 124,Bacı ise 110 yaşında vefat etti, türbeleri günümüz Beyaz Saray parkının isimleri verilen Ana-Bacı Caddesinin köşesindedir.

MART BAĞI,MART ANA, MARTA NİNE, MARTANİTSA

   “Bizim çocukken Mart Bağı diye bildiğimiz bu gelenekte yörelere göre değişik isimler almakta. Mart başında kola takılan bu bağcıkların Yıl boyu sağlık ve güç vereceği inancı vardı. Nazardan korunmak için insanlara ,hayvanlara ve meyve vermeyen ağaçlara da bağlanırdı.Bize daha çok Mart güneşinden yanmamamız için takılır, Kırlangıç veya Leyleklerin göçünde ,ilk Leyleği gördüğümüz yerde kolumuzdan çıkarır dilek dileyerek bir taş altına koyardık.Hemen hemen hepimizin dileği aynı idi SINIFLARIMIZI geçmek.

   Kırmızı ve beyaz renkte zincir olan bu bağcıkların, BEYAZ ı karın erimesi ve saflığını sembolize, KIRMIZI nın ise yoğun bahar günlerinde güneşin batışını sembolize ettiği yazılıyor. Rivayete göre bu bağcıklar sadece hediye edilir ,hediye olarak kabul edilirmiş. Bizede büyüklerimiz kıştan çıkarken yapağıdan örülen kışlık çoraplardan kalan ,kalıntı ipliklerden örerlerdi.” (Kaynak: edirnetarihi.com Firuzan TAKAN)